Asya Afrika ve Avrupa'nın arasındaki geniş kapılarından birisi olan Kudüs, Ortaçağ'da çizilmiş bir haritada üç kıtanın da merkezindeymiş gibi resmedilse de, sembolik önemi her zaman fiziksel öneminden fazla olmuş.
Hiçbir zaman Mısır, Yunan, Roma, Çin veya Hindistandaki gibi görkemli tapınaklar, saraylar, Pazar yerlerine ev sahipliği yapmamış Kudüs. Ancak inanç, adanmışlık, hatta fanatizm yüklü yoğun bir enerjinin ev sahibi.
Yani fiziksel ihtişamı yerine, bu topraklar üzerindeki özlemler, iddialar, çekişmeler ile beslenen soyut bir önemi olmuş.
MÖ 1000'lerde ismi Uruşalim olan Kudüs'de bir Kenani topluluğu olan Yabusiler ve Filistinliler yaşıyordu. Kenti, Musevi Kralı Hz. Davud ele geçirip Yahudi Krallığı'nın başkenti yapar. Şehrin ismi önce Davut'un Şehri sonra da Yeruşalim olur. Hz. Davut beraberinde getirdiği Ahit Sandığı'nı da Hz. Musa'ya indirilen On Emir'in yazılı olduğu tabletleri saklıdır. Hz. Davut'un ölümünden sonra oğlu Hz. Solomon (Süleyman) kenti genişleterek, Hz. İbrahim'in, oğlu İshak'ı kurban etmek için seçtiği kayanın bulunduğu Mabed Tepesi'ne bir saray ve 'Süleyman Tapınağı / Dağ Tapınağını' yaptırır ve Ahit Sandığı'nı buraya yerleştirir. Bu dönem Kudüs toprakları üzeriinde gelmiş geçmiş en görkemli Musevi Krallığı yaşamış, Süleyman Mabedi ise Musevilerin ilk kutsal tapınağı olmuş.
MÖ 587'de Babilliler (Pers) akınları ile hem Kudüs hem de kutsal tapınak yerle bir edilmiş ve şehir Pers yönetimine geçmiş. İşte bu dönemde Ahit Sandığı'na ne olduğu bilinmiyor. Yahudiler ise Babil'e sürülmüş. Ancak Yahudiler, Tevrat'ta yer alan "Seni unutursam ey Kudüs sağ elim hünerini unutsun" beyiti ile anavatanlarını unutmamaya yemin etmişler. Yahudiler Kudüs'ten çıkarıldıklarında yılda bir kere olsun, onun yıkık duvarları dibinde ağlayabilmek için izin istemişler ve ağlama duvarındaki ibadet hala devam eden bir gelenek. Hayallerindeki tapınak ve Yeruşalim masallaştıkça; sonunda gökte de bir Yeruşalim olduğuna ve bunun, tanrının devleti kurulduğu zaman (Ahirat Günü) yeryüzüne ineceğine inandılar. Yahudiler, halen sandığa ve On Emir tabletine ulaşınca beklenen mehdinin geleceğine inanıyorlar.
MÖ 538′de, kendilerini Kudüs'ü yeniden Musevilerin vatanı yapmak ve tapınağı yeniden inşaa etmeye adamışlar Musevi liderleri Ezra ve Nehemidh, Kudüs'e dönerek, tapınağı ikinci kez yaptılar.
Ancak MÖ 332'de Büyük İskender şehri ele geçirmiş ve Kudüs birkaç yüzyıl Helen yönetimi altına girmiş. Bu dönemde muhafazakar Museviler ile Helen'ler ile evliliği onaylayan liberal Museviler arasında iç savaşlar yaşanmış.
Hanuka yani Işık Bayramı bu dönemde doğmuş bir ritüel. Süleyman Mabedinin orjinaline uygun şekilde restore edilmesini kutlamak üzere ufacık bir testi içindeki yağ ile yanan kutsal ateşin 8 gün hiç sönmediği söyleniyor. İşte Hanuka bu kutsal ateşi yaşatmak üzere yüzlerce yıldır kutlanan bir Musevi Bayramı.
MÖ 63'de Romalılar Kudüs yönetimini ele geçirir. MS 70'de Musevi isyanlarını cezalandırmak için Roma'lılar ikinci kez inşaa edilmiş olan Süleyman Tapınağını yerle bir ederler. Böylece Musevilerin 2000 yıldır özlem duyduğu Süleyman Tapınağı son tapınakları olur. Yahudilerin kurban kesmeleri, şabbatı tutmaları, sünnet olmaları, ölüm cezasıyla yasaklanıp, kutsal kitapları yakılır. Tarihte ilk defa bir din yasak edildiğine şahit oluyoruz. Museviler artık sadece Siyon (Hz. Davud) tepesine hac ziyareti için çıkıp, tapınağın ayakta kalmış olan tek duvarı olan Ağlama Duvarı karşısında yas tutuyorlardı. Yahve'nin kutsal tapınağının bulunduğu yerde artık Jüpiter'le Venüs'ün tapınakları yükseliyordu.
MS 132'de gerçekleşen yeni bir Musevi başkaldırısı sonrası, Roma'lılar Musevileri şehirden yasaklıyor ve Yahudiler dünyanın dört bir yanına yayıliyor. Bu sürgün dönemi Yahudiler tarafından "diaspora" yani İsrail toprakları dışında yaşanan dönem olarak adlandırılıyor.
İşte Hz. İsa böyle politik, askeri ve ruhani bir karmaşa ve çalkantı döneminde Kudüs'te yaşar. Mesih'liğini bu şehirde ilan eder, son akşam yemeğini burada yer, burada yargılanır ve cezaya çarptırılır, ve burada çarmıha gerilir ve göğe yükselir. İşte tüm bu olaylara şahitlik etmiş mekanlar olan Tüm Halklar Kilisesi, Via Dolorosa – Çile Yolu ve Diriliş Kilisesi Hristiyanlar için çok kutsal bir hac rotası. Hacı olmak için gelenler ellerinde Haç'lar ile bu rotayı izlerek, dizleri üzerinde dualar ederek, mumlar yakarak bu önemli noktaları ziyaret ediyor. Yol boyunca her taşın, eski mağaraların ve kiliselerin her biri tarihi ve ruhani anlamlar ile yüklü, ve en sonda yer alan Diriliş Kilisesi kubbesinden süzülen ışığı ile insanı derinden etkileyen bir mabed. Son derece sade bir kilise olmasına rağmen bugüne kadar gördüğüm en güzel kilise.
Roma İmparatoru Büyük Konstantin'in 313′te Hıristiyanlığı tanıması ve annesi aziz Helena'nın 326′da Kudüs'e giderek gerçek haçı bulması ile Kudüs büyük kiliseler ile donatılıyor, Katolik bir şehre dönüşerek, artık Hıristiyanlığın da kutsal merkezi haline geliyor. Hıristiyanlar, Hz. İsa'yı Yahudilerin bu kentte çarmıha gerdiklerine inanıyordu ve Musevilere karşı büyük bir kızgınlık duyuyordu.
Ancak 614′te şehri İran'daki Sasani İmparatorluğu Yahudilerin yardımıyla ele geçirir, kutsal haç, İran kraliçesi Meryem'e götürür. Kudüs'ün kaybı, hıristiyanlar için büyük bir darbe olur, ancak kısa zamanda İmparator Heraklios kenti geri alır ve kutsal haçı Kudüs'e geri getirir.
Kudüs, halife Hz. Ömer tarafından 634′de İslam topraklarına katılır. Şehrin nüfusunu da, buraya gelip yerleşen Medineliler ile bugün adına Filistinliler denen müslümanlaşmış Araplar oluşturdu.
661-750 yılları arasında İslam devleti olan Emeviler Kudüs'de hüküm sürer ve 691′de Abdülmelik bin Mervan, Hz. Muhammed'in göğe yükseldiği yer olduğuna inanılan taşın üzerine Kubbetü's-Sahrayı (Ömer Camii) yaptırır. Kent 750′de Abbasiler, 969′da Fatımiler'in eline geçer.
Müslümanlar, 'Al Quds' yani 'kutsal' diye isimlendirdikleri Kudüs üzerinde çekişedursun, Hz. Muhammed'in göğe yükseldiği yer olduğuna inanılan taşın, Musevi'lerin bir zamanlar kutsal mabedi olan Süleyman Tapınağını az ötesinde Mabed Tepesinde olması bir tesadüf mü acaba?
Şu anda izinden tek eser olarak bir duvar kalmış Mabed Tepesinin yerinde, dev iki cami olan Mescidi Aksa (Süleyman Tapınağınının yerinde) ve Kubbetül Sahra yer alıyor. Eski Tapınaklarının yerinde camiler yer alması ve bölgenin Müslümanların kontrolünde olması Musevilerin en büyük yarası. İşte bu yüzden Süleyman Tapınağından geriye kalan tek kalıntı olduğuna inanlılan, Ağlama Duvarı veya Batı Duvarı olarak bilinen, şimdiki cami avlusunun duvarı, Museviler için dünyadaki en kutsal yer. Duvar dibinde ve arkasındaki meydanı, her gün, özellikle de Şabat Günü yüzlerce Musevi ziyaret ediyor, kaybettikleri tapınaklarına özlemle ağlıyor, zikrederek dualar ediyor.
Gerçekten Kudüs'e tam karşısındaki Zeytin Dağından baktığınızda, şehir surları arasına sıkışmış daracık sokaklar ve ufacık bina labirentlerinin arasında, geniş ve ferah bir alana yayılmış bu iki camii ve kocaman avlu, Musevi şehrinde patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor. Ve altın kubbesi ve mavi çinileri ile devasa ve görkemli Kubbet'ül Sahara, şehrin ufacık taş binaları arasından sıyrılıp, çehresine hükmediyor.
Zeytin Dağından Kudüs'e baktığınızda başka Müslüman – Musevi çekişmesine şahit oluyorsunuz. Musevilerin inanışına göre Ahiret Günü Kudüs'te gerçekleşecek. İnsanlığın son yargıya çağrılacağı boruların öteceği vadi de Zeytin Dağı'nın altındaki Kidron Vadisi. Bu sebeple Kudüs'e nazır Zeytin Tepesinin etekleri Musevi mezarları ile dolu. Dünyanın sonu olan hesaplaşma günü geldiğinde, en yakın noktada dirildikten sonra en hızlı şekilde Ahirete ulaşmaya imkan tanıyan bu mezarlıklar en makbul ve pahalı olanı. Ancak Musevilerin Müslüman mezarlığına giremediğini bilen Müslüman'lar, Kudüs şehir duvarlarının eteklerini, Ahiret günü Musevilerin vadiyi yürüyüp karşı tepeye tırmanacağı patika üzerinde kendi mezarlarını yerleştirmiş. Yahudi inanışına göre Mesih'in Kudüs'e gireceği kapı olan Kudüs eski şehrinin Zeytin Dağı'na bakan Altın Kapısı da Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle taşla örülmüş. Musevilerin ahirete ulaşmasının önünü kesmek için yapılan tüm bu aksiyonlar, paylaşılamayan Kudüs'te sembollerin çatışmasına başka bir örnek.
450 yıl süresince Kudüs farklı Müslüman güçleri ve imparatorluklarının yönetimi altına girer.1095 yılında Papa 2. Urban, tüm hıristiyanları, kutsal kent Kudüs'ü Müslümanlardan kurtarmak için, savaşa katılan herkesin günahlarından arınacağı vaadi ile savaşa çağırmaya başlar. 1099′da Kudüs'e varan haçlılar Kudüs Krallığı'nı kurarak Müslüman hakimiyetine son vererek, hem Yahudilerle hem de Müslümanlara kenti yasaklarlar. Bu dönemde antik Roma dönemine ait patikalar üzerine içiçe geçmiş baharat, sebze meyve, yiyecek ve giyim Pazar ağları inşaa ederler.
1187′de Selahaddin Eyyübi Kudüs Krallığı'na son verir. Selahaddin Eyyubi'nin Musevilere karşı hoşdörülü politikası sayesinde 13. yüzyılın ortalarına kadar Yahudiler yeniden kente gelerek, mahallelerini kurmaya başlarlar.
1517′de Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethi ile şehirde 400 yıllık Osmanlı egemenliği başlar.. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Kudüs duvarları onarılır, ve şehrin tamamı surlar ile çevrilir, medreseler, imarethaneler yapılır. Osmanlı'lar Yahudi halkın yaşayışına ve ibadetine müdahale etmedikleri için şehirdeki Musevi nüfusu daha da çok artar.
1831′de Osmanlı'ya başkaldıran Mısır valisi Mehmed Ali Paşa kenti ele geçirir.1840′ta Osmanlılar kenti geri alıp reformlar gerçekleştirir: 1887′de Kudüs belediyesi oluşturulur, Avrupa devletleri konsolosluklar açar.
Bu dönemde Doğu Avrupa ülkelerinden göçlerle gelen Yahudiler nedeniyle kentin nüfus yapısı epey değişir ve 19. yüzyılın ortalarından sonra nüfusun çoğunluğu Yahudilerden oluşmaya başlar.
Ancak Birinci Dünya Savaşı yıllarında açlık ve salgın nedeniyle Kudüs'ün nüfusu iyice azalır.
1917′ de I.Dünya savaşı sırasında Kudüs yönetimini İngilizler ele ele geçirir ve kent, 1922 yılında, İngiltere'nin koruması altındaki Filistin'in başkenti haline gelir. Bu dönemde gelişen Filistin Ulusal bilinci ve kimliği ile İsraili geri almak isteyen Siyonistler arasında mücadeleler başlar.
14 Mayıs 1948′de İngiltere koruma rejimine son verir ve kentin sorumluluğunu Birleşmiş Milletler'e bırakır.
Aynı gün, Kudüs'ün de yer aldığı topraklar üzerinde, BM kararıyla İsrail devleti kurulur ve uluslararası statüye kavuşturulur. İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi soykırımına uğrayan Museviler için Hıristiyan dünyasının kefaret ödemesi olarak değerlendirilen bu karara, Yahudiler sevinirken Araplar karşı çıkar. Kanlı çatışmalar sonrasında 1948′de kent, Arap nüfusunun çoğunlukta olduğu antik şehrin doğu bölümleri Ürdün'de, Batı bölümü ise İsrail'de kalacak şekilde, İsrail ile Ürdün arasında bölüşülür. İsrail, Batı Kudüs'ü başkent ilan eder.
1967′deki Altı Gün savaşından sonra İsrail, Doğu Kudüs'ü de işgal ederek kentin tümünü ele geçirir ve sonsuz ve bölünmez başkent ilan eder. Aynı yıl İsrail, batı bölümünde bir Yahudi mahallesi kurarak, Kudüs'teki kutsal mekanları her dinin kendi kuruluşlarının kontrolüne verir.
1967 yılından sonra radikal Yahudiler, Müslüman mahallesinin içindeki 40 binaya, Osmanlı döneminde kendilerine ait olukları ve 1929 sonrasında gelişen Filistin ayaklanmaları sırasında ellerinden alındığını iddia ederek, el koyarlar.
1980′de çıkarılan özel bir yasa ile Kudüs'ün İsrail'in başkent olduğu bir kez daha vurgulanır. Ancak hala uluslararası düzeyde tam olarak kabul görmediği için kentin statüsü anlaşmazlık konusu olmaya devam ediyor.
1988 yılında ise Filistin Milli Konseyi, Kudüs başkenti olmak üzere Filistin Devleti'ni ilan eder.
1993′de Doğu Kudüs'e kapatma uygulanmaya başlanır ve Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden Doğu Kudüs'e giriş çıkışlara izin kaldırılır.
1994′de İsrail, Ürdün'ün, Kudüs'teki müslüman mekanlarında söz hakkı olduğunu kabul eder.
1996′da İsrail, Harem-i Şerif dahilinde yapılacak her türlü tadilat, tamirat ve inşaat için izni kendisinin vereceğini söyler ancak bu karar hiçbir zaman hayata geçirilmez.
Aynı yıl Harem-i Şerif'in hemen kenarından geçen ve Mescid-i Aksa'nın temellerini sarsma ihtimali olan Hasmonay tünelinin Via Dolorosa'daki çıkış kapısının açılması üzerine çatışma çıkar.
1997 yılında Eski Kent'in içinde Müslüman ve Hıristiyanlara ait evleri Yahudileştirmek üzere kurulmuş olan Ateret HaKohanim (Kohenlerin Tacı) grubu, 30 Arap evini Yahudileştirir.
20. ve 21. yüzyılda Kudüs'ün nüfusu hızla artar. Araplar doğuda yerleşime devam ederken, 'yeniden doğan vatana' dünyanın farklı köşelerinden Museviler gelerek yerleşir. Batıda Musevi, Kuzeyde Hristiyan ve Ermenilerin yer aldığı şehirde, mahalleler fiziksel olarak bölünmese de, görünmez sınırlar ile birbirlerinden ayrışmış durumda. Her bir topluluk gelecekte, toprakları veya mabedlerinin ellerinden alınmasına, inançları ve haklarının yok edilmesine karşı önlem olarak, kılık kıyafetlerine, ibadetlerine, gelenek göreneklerine ve sembollerine tutunuyor. Hatta kendi meşruluğu ve üstünlüğünü ispat edercesine tüm bunları gösterişten kaçınmıyor. Aslında her dinin en tutucu ve yobaz kesimlerini Kudüs'te görüyorsunuz. Ve dünyanın her bir köşesine yayılmış semavi dinlere mensup muhafazakar kesimler arasında 'Kudüs Sendromu' yaşanıyor. Psikologların Kudüs Sendromu olarak tanımladığı 'Kutsal şehre dönüş' özlemi, 3 tek tanrılı dinin de ortak dileması.
Yahudilerin İsrail'in Musevilerin ebedi başkenti olarak, Filistinlilerin ise ülkelerinin başkenti olarak gördüğü Kudüs, İsrail – Filistin sorunu ve çatışmalarının merkezi. Hristiyanlar Museviler'e Hz. İsa'yı öldürdüğü için kızgınken, Museviler tapınaklarının ikinci ve son kez yıkılmasından Avrupa'lıları sorumlu tutuyor. Bir yandan da Ortodoks ve Laik Museviler arasında çekişmeler hala devam ediyor. Hasidiklerin devletten para alarak çalışmadan yaşaması ve yobaz görüşleri devam ettirmesine kızan liberallere karşılık, Hasidikler onlara gerçek Museviliği uygulamadığı için kızıyor.
Kudüs'te yaşayan her bir topluluk birbirinin meşruluğunu kabul etmeyip, varlığını yok saymaya devam ettikçe, bu gergin ortamın son bulması imkansız.
İşte bu kadar yoğun duygusal anlam, ruhani enerji ve ihtiras yüklü Kudüs, Orta Doğu barışının önündeki engel olarak duruyor.
kaynak: www.yolculukterapisi.com